Esaret sırasında ikisi arasında, daha sonra, Kıbrıs Cumhurbaşkanı olan Kıbrıslı Rum Glafkos Klerides'in Almanların Abraham ismi nedeniyle yanlışlıkla kendisini Yahudi zannettikleri Kıbrıslı Türk İbrahim Salih Bekir'in hayatını kurtarması ile bir dostluk doğdu.
Bugün 97 yaşında olan Bekir, Kıbrıs Haber Ajansı'na verdiği röportajda, İkinci Dünya Savaşı anılarını ve rahmetli Cumhurbaşkanı Glafkos Klerides ile dostluğunu anlatıyor. Bununla birlikte, Britanya sömürge yönetimi sırasında, Lefkoşa'daki Merkez Cezaevlerinde hizmet ettiği zaman ile ilgili başka hikâyeler ve 10 Mayıs 1956 tarihinde Andreas Dimitriou ile birlikte idama mahkûm edilen EOKA üyesi Kıbrıslı mukavemetçi Mihalakis Karaolis ile tanıştığını anlatıyor.
"İlk önce İtalyanlara karşı savaştığımız Mısır ve Libya'ya sevk edildik. Ardından Almanların Olympus Dağına kadar çıkmaya başladığı için ben Yunanistan'a gittim. Biz geri çekilmeye başladık. Oradan da bizi bir Yunan sahil kasabası olan Kalamata'ya kadar ittiler” diye anlatan İbrahim Salih Bekir, İngiliz filosunun yerine ufukta Alman gemilerinin göründüğünde kurtarılma umutlarının nasıl bir kabusa döndüğünü anlatıyor.
Bekir, Kıbrıs Haber Ajansı'na, "Biz İngiliz gemilerinin gelip bizi götürmesini bekliyorduk. Bütün gece bekledik. Aniden denizde ışıklar gördük ve alkışlamaya başladık. Almandı onlar, çevremizi sardı ve bizi esir aldı” diye açıkladı.
Bunun ardından kendisinin ölmek üzere olduğu Selanik'te geçici bir hapishaneye götürülmelerini anlattı. Bir İngiliz subayın talimatları altında kanalizasyon boruları yoluyla bir kaçış girişimine karar verdiler.
Bekir şunları hatırlıyor: “Bir gece bizlerden bir grup kaçmak umuduyla yola çıktık. On beş veya on altı kişi kaçmayı başardı ve yakındaki ormana koştu. Ardından Komutan ‘sıra sende’ dedi. Ben boruya indim ve sürünmeye başlamak için hazırdım. Aniden, makineli tüfekleri duyduk. Almanlar borunun diğer ucundan çıkan son kişileri keşfetti ve hepsini öldürdü. Bizim subay `geri geri` diye bağırdı. Ben geriye koşturdum”.
Gözleri dolan İbrahim kendine gelmek ve hikâyesine devam etmek için biraz susuyor.
İki ay sonra, Çekoslovakya’ya, ardından da Polonya ve Almanya arasındaki sınırlarında bulunan ve "en büyük savaş esiri kampı" olarak nitelendirdiği kampa götürüldü. Ve orada yaklaşık 34 bin esir vardı.
Bekir devamla şunları anlattı :"Orada Glafkos Klerides ile tanıştım. İkimiz de Kıbrıslı olarak arkadaş olduk, çok - çok iyi arkadaş. Birlikte dört yıl geçirdik. Her şeyi paylaştık, yiyecekleri, Almanların yere attığı ve bizim yerden topladığımız izmaritleri”.
İbrahim dokunaklı olup, "Glafkos, bir beyefendiydi, Türk Rum ayrımı yapmazdı, bize aynı şekilde davranırdı” diye hatırlıyor.
Onların günlük yaşamı hakkında, esaretin uzun günleri boyunca neler yaptıklarına ilişkin bir soru sorduk. İbrahim Bekir'in gururla savaştan önce hayatının bir başka ayrıntısını anlatması bizim için sürpriz oldu. Kendisinin iyi bir futbolcu olduğunu söylüyor. Aslında, Bekir bir yıl boyunca Kıbrıs Rum takımı olan Aris Lemesou takımında oynadığını belirtiyor. "Ben santrfordum" ifadesine yer veriyor.
Esirlerin kurduğu sekiz takımdan birinde "Gün boyunca biz futbol oynardık ve başka spor yapardık”. Bekir ise "bir takım oluşturmak için yeterli Türk ya da Rum olmadığı için" İrlanda takımında oynadı. Klerides'in de onunla aynı takımda oynamadığını belirtiyor. "Glafkos Kıbrıs voleybol takımını kurdu ve biz kampın şampiyonları olduk. Ben kaptandım ve Klerides yanımda oynuyordu. Ben, ondan daha iyiydim ama yine de ... " esprili bir tonda anlatıyor.
Klerides'in kaçışı
Bekir, sonra Klerides'in bir Yugoslav mahkûmla birlikte kaçma çabası ile ilgili başka bir hikâye ve kendisinin onları neden takip etmediğini anlatıyor. Klerides "Geliyor musun? Sordu bana. Ben bu konuyu bir düşüneyim dedim. Ertesi sabah İrlandalı futbol kaptanı geldi ve önümüzde önemli bir maçın olduğunu hatırlattı.
Ben de Klerides'e 'bak oynamak için söz verdim, onları bırakamam' dedim. 'Bu sana bağlı' dedi ve Yugoslav arkadaş ile kaçtı.
Bekir bunları hatırlıyor: "Klerides ve Yugoslav ormanda yaklaşık 3-4 gün boyunca yürüdü. Acıktıkları ve İngiliz konserve sığır eti yedikleri zaman Yugoslavya'ya çok yaklaştılar. Ardından boş konserve kutusunu attılar ve yürümeye devam ettiler. Fakat Alman devriyesi kutuyu fark etti ve onları bulana ve yakalayana kadar etraflı aramaya başladı” diyor. "Onlar çok yaklaşmıştı. Bir buçuk saat denize varacaklardı. Tekrar kampa geldiklerinde, biz tabi ki espri yaptık”.
Trajediye görgü tanıklığı ve Glafkos İbrahim'i nasıl kurtardı
"Zaman geçti. Almanların Yahudileri, kadınları, erkekleri ve çocukları yaktıkları kamp bizim kamptan yaklaşık 100 kilometre uzaktaydı. Biz de kamyonlarda getirilen yüzlerce kişiyi izlerdik”. İbrahim Salih Bekir böyle kısa bir mesafeden tanık oldukları sahneleri böyle anlatıyor.
Onların kaderi Glafkos Klerides olmasaydı onun kaderi olabilirdi. İbrahim ve Abraham isimleri arasında bir harf büyük bir fark yaratıyor. Gerçekten de bir harf İbrahim için hayat ve ölüm arasında fark yarattı.
"Bir gün bir Alman subayı bana geldi ve kampın sorumlusu seni görmek istiyor dedi. Klerides yanımdaydı ve "Re (be) onlar benim ofise gitmemi istiyor" dedim. O neden diye sordu ben de “bilmiyorum ama korkuyorum” dedim. Aşağı yukarı tüm Kıbrıslı tutuklularından sorumlu olduğu için “Benimle geliyor musun?” dedim. “Tabi seninle gelirim" dedim ve gittik”.
Almanlar, onlara Bekir'in iddia ettikleri gibi bir Yahudi olduğu için bir sonraki bildirime kadar gözaltında olacağını açıkladı. İbrahim bir Yahudi değilim "diyerek, itiraz etti. “Onlar 'senin adın Abraham' diye ısrar etti. Ben, 'hayır, ben Abraham değil İbrahim'im' dedim".
İbrahim Bekir duygulanarak bunları hatırlıyor: “O sırada Klerides müdahale etti. 'O İngiliz ordusundadır, bir Yahudi değildir' dedi. Tartıştılar ve Klerides benim Türk olduğumu ve benim adım Abraham değil İbrahim olduğunu ısrar etti. Beni oradan aldı ve benim hayatımı kurtardı”.
“Allah onu rahmet eylesin, o vefat etti. Benim hayatımı kurtardı” gözyaşları yanaklarından süzülerek bunu defalarca tekrarladı.
"O zamandan beri Klerides ile çok yakınlaştık. Benim için yaptıklarını asla unutmayacağım. O benim hayatımı kurtardı ve bu yüzden asla unutmayacağım onu” diye defalarca söyledi.
Savaşın sonu
Savaşın sonu yaklaşırken kamptaki Almanlar Rus cephesine gönderildi ve onların yerine 14-15 yaşında olan genç askerler geçti. Onların eski askerlerden daha kötü olarak nitelendiren Bekir, mahkûmlara karşı gösterdikleri kin ve yaptıkları itme ve dürtme ve dayaktan bahsediyor.
Savaş sona erdiğinde, Almanlar Ruslar'ın ilerlemeye hazır oldukları için kampı boşaltma kararını aldı. Her gece, yaklaşık 3-4 bin mahkûm onlar için başka bir çileye doğru yürüyerek dağların üzerinden götürüldü.
Bekir'in savaş esiri olarak son günlerinde bunları anlatıyor: "Dağlardaki yürüyüşten üç hafta sonra ben bitkin durumundaydım, bıkkın, yemek yok, dinlenme yok" şeklinde konuşan Bekir arkada bırakılacağı ve on altı Kıbrıslının tutuklu olarak bulunmasını öğrendiği yakında küçük bir kampa götürüleceği umuduyla sağ bacağına sıcak su dökmeye karar aldığını anlatıyor. Her şey planlandığı gibi oldu. "Yaklaşık bir hafta sonra, Müttefikler bizi özgürleştirdi ve ben Newcastle bölgesine götürüldüm”.
Kıbrıs'a dönüş
"Tüm bu yıllar boyunca eve gelmemi ve tekrar ailemle birlikte karşılamamı, babamı ve annemi kollarımda tutmamı bekledim" diye hatırlıyor. Döndüğünde kardeşi tarafından karşılandı ve Heroon Meydanı'nda annesi ve babasının evine değil kardeşinin evine götürüldü. Onlar orada kendisine trajik haberi verdiler.
Bekir eve dönmesini anlatıyor ve gözyaşlarına boğuluyor: "Hem babam hem annem vefat etmişti. Hayatımın en kötü günüydü. Onları benim kollarımda tutmamı ve onlara onlar için aldığım hediyeleri vermemi bekliyordum. Bunun yerine, onların mezarlıktaki mezarını ziyaret ettim ve hediyeleri attım. Biz çok fakirdik ve benim iş bulamadığım ve onlara yardım etmek istediğim için ben askere yazıldım. Orduda olduğum sürece bir kuruş bile almadım. Paramın anneme gönderildiğini talep ettim”
Bekir "Benim savaştayken hayatta kalmama yardımcı olan annemin dualarıydı" ifadesine yer verdi.
Mahkûm bir gardiyan olur
İbrahim Salih Bekir'in hayatının başka bir önemli bölümü Kıbrıs tarihi ile bağlantılıdır. Askerde birlikte olduğu İngiliz Yüzbaşı İbrahim'e Cezaevi'ne bir iş başvurusunda bulunmasını öneriyor. O da tavsiyesini alıyor ve onunla birlikte istatistik ofisinden sorumlusu olarak görevlendirildiği Lefkoşa'daki Merkez Cezaevlerine gidiyor.
EOKA'nın 1950'lerin ortalarında Britanya sömürge yönetimine karşı ayaklanmasının yer aldığı yıllardı. Bekir, Merkez Cezaevi'nde sadece katiller ve diğer suçlular değil aynı zamanda Britanya'ya karşı savaşan Kıbrıslı Rumlar ile karşılaştı.
Orada Kıbrıs bağımsızlığını kazandıktan sonra İçişleri Bakanı olan Polykarpos Giorgadjis, Nikos Sampson, Ourania Kokkinou ve Mihalakis Karaolis ile tanışıyor. Giorgadjis ve o zamanda çok genç olan Sampson ile nasıl arkadaş olduğunu ve Bekir'in onun diğer mahkûmların yapmak zorunda kaldığı çok zor işlerinden kurtarmak için ofisini temizlemesini ayarladığı anlatıyor.
Bekir devamla "Aynı zamanda Karaolis ile tanıştım. Kendisi ölüme mahkûm edildi. Onlar (İngilizler) ise ona bir sürü soru soruyordu, onu sorguya çekiyordu ama benim aracılığımla değil, benim bu durumla ilgim yoktu” diye vurguluyor. Devamla bunları anlatıyor: "Ama Karaolis bir kelime bile söyleyemedi. Onlar 'Bize herhangi bir bilgi verirsen yarın özgür olacaksın” dediler. Yok, yok hiçbir şey. Gittim ve onunla tanıştım. Kendisine de 'eğer bir şey istiyorsan, herhangi bir konuda yardımcı olabilirsem' dedim. Elbette onun ölüm cezası konusunda değil. Benim o konuyla hiç alakam yoktu. Ama giysi gibi eşyalara ihtiyacı olsaydı ona yardımcı olabilirdim. Sonuçta onu astılar”.
Bekir devamla, Britanya'nın, 1960 yılında, hapishane görevlisi gibi pozisyonlarda hükümet için çalışanların Kıbrıs bağımsız bir devlet olduktan sonra hayatların tehlikede olacağını düşünmesi durumunda bunu yazılı olarak sunabileceklerini ve onlara 5 bin lira verileceğini duyurduğunu kaydediyor. "Ben de hayatım tehlikede olduğundan korktuğumu söyledim” diyor.
Madem cezaevindeki insanlara yardım etti neden kendisinin tehlikede olduğunu düşündüğü sorulduğunda cevabı kısa ve küt: "Para için tabii ki. Korkmazdım; Tanıştığım tüm Rumlar arkadaşlarım oldu. Ben para için yalan söyledim”.
Limasol'daki evini 3 bin liraya sattı ve ailesini Londra'ya götürdü. Orada, emekli olana kadar, 30 yıl boyunca Sosyal Güvenlik Bakanlığında çalıştı.
kynk :gunlukkibris
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.